Üsküdar’da ‘Rus Edebiyatı ve Kültürü Günleri’ semineri düzenlendi

Üsküdar’da ‘Rus Edebiyatı ve Kültürü Günleri’ semineri düzenlendi

Vakıf Katılım

İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi tarafından Üniversite Kültürü dersi kapsamında düzenlenen ‘Rus Edebiyatı ve Kültürü Günleri’ konulu 2 gün boyunca süren seminere katılım oldukça yoğun oldu. 

Seminer, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi (İTBF) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı aynı zamanda PPM (Politik Psikoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi) Müdürü Prof. Dr. Havva Kök Arslan, İTBF İngilizce Mütercim ve Tercümanlık Bölümü öğretim üyesi PPM Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Feride Zeynep Güder ve PPM Müdür Yardımcısı Güler Kalay’ın moderatörlüğünde Güney Yerleşke’de gerçekleştirildi.

Seminerin ilk gününe Türk şair ve yazar Ataol Behramoğlu, “Umudun Yolu” adlı kitap ve belgeselin senarist ve yapımcısı Alp Armutlu ve Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğr. Gör. Gazeteci Gökhan Karakaş konuşmacı olarak katılım sağladı. Seminerin açılış konuşmasını Prof. Dr. Havva Kök Arslan ve Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk gerçekleştirdi.

Rus Kültürü ve Türk kültürünün birbirlerini etkilediğini ifade eden Prof. Dr. Havva Kök Arslan; “Biz bu programı çok uzun süredir düşünüyorduk bugün gerçekleştirdiğimiz için çok heyecanlıyız. Uluslararası İlişkiler araştırmacısı olduğum için Rus - Türk tarihine baktığımızda 1074’ten beri yani Kırım’ı kaybettiğimizden beri çok savaşlardan bahsediliyor ama aslında 300 küsür yıllık tarihte aslında o kadar çok savaşmamışız.   Fiilen 11 yıl savaşmışız. Geri kalan 300 yıl barış içinde yaşamışız. Sonuçta Rusya İmparatorluğunun ve Osmanlı İmparatorluğunun çöküşüne baktığımızda neredeyse tam denk gelmiştir. Doğum olarak hem Sovyetler Birliği hem de Türkiye Cumhuriyeti olarak düşünürsek doğumumuz çok benzer tarihler olmuştur. Çanakkale Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin yardımı çok kritiktir. Komşu olduğumuz için aynı zamanda kültürel yönden de birbirimizi çok etkilemişiz. Özellikle Rus Kültürü, Türk Kültüründen çok etkilenmiştir. Çünkü hem Osmanlı İmparatorluğuyla hem de Asya Türk halklarıyla çok iç içe yaşamış oldukları için etkilenmiştir. Bugün de Rus kültürünün Türk kültürünü ne kadar etkilediğini burada konuşmak amacıyla toplanmış bulunmaktayız” şeklinde konuştu. 

Devletlerin aralarında yakın ilişkiler olması için milletlerin kaynaşması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Muhsin Konuk; “Rusya ve Türkiye arasında o kadar ciddi bir ilişki var ki bu ilişkilerde artık kavgayı, savaşı unutalım. Yunus Emre Enstitüsü’nün ve Rus Evinin ortaklaşa olarak Medeniyetler ve Kültürler köprülerini kurmaları ve bu köprüler sayesinde iki milletin haklarının daha çok kaynaşması gerektiğine inanıyoruz. Ben bu toplantının da özellikle Üsküdar Üniversitesi’nde yapılmış olmasından dolayı onur duyuyorum. Hedefimiz en kısa zamanda Rusya Araştırmaları Merkezi’ni üniversitemizde açmaktır. Bu merkezimizin de çok güzel çalışmalara imza atacağına inanıyorum” dedi.

Rus ve Türk Kültürünün yakın ilişkiler üzerinde olduğunu belirten Kalay; “PPM Merkezi olarak böyle bir etkinliğe gerek duyduk çünkü hepimizin bildiği gibi ulusların, devletlerin arasındaki ilişkilerde siyasi kültür çok önemlidir. Siyasi kültürün oluşumunda toplumların dili, sosyo kültürel yapısı son derece önemlidir. Türk ve Rus toplumları olarak yüzyıllar önce başlayan ilişkimizde bu kültürlerin karşılıklı yapısı devlet geleneklerimizde çok önemli faktörlerdir. Bu amaçla Politik Psikoloji Merkezi olarak çok yakın komşumuz, politik ve sosyolojik olarak da çok yakın ilişkiler içerisinde olduğumuz Rusya’yı edebiyatıyla ve tiyatrosuyla sizlere tanıtmak istedik. Bu etkinliği bu yüzden düzenledik.” diye konuştu.  

Rus Evi olarak Türkiye - Rusya ilişkileri için yaptıkları projelerden bahsederek barış ortamında yaşanabileceğini ifade eden Rus Evi Müdürü Doç. Dr. Aleksandr Sotniçenko; “Projelerimiz oldu. Projemizden biri Dostoyevski kitabı hakkındadır. 2021 yılında Dostoyevski’nin 200’üncü doğum günüymüş. Biz Ataol Behramoğlu ile birlikte Eskişehir’de bir tören düzenledik. Orada hem tiyatro, müzik gibi çalışmalar yaptık. Bu yıl biz Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılı olduğu için bir proje yaptık. İki bağımsız devletler olarak yani Rusya ve Türkiye olarak Moskova anlaşması yaptık. Bu kardeşlik antlaşmasıdır. Hep beraber emperyalizme karşı savaştık. Bu Rusya ve Türkiye iş birliği sembolü olacaktır. Bunu bilmemiz lazım. Varoşilov çok ünlüymüş çünkü onun Mustafa Kemal Atatürk’e Varoşilov tarafından hediyeler vardır.  Bu sene Varoşilov’un 90’ıncı senesi olacak. Biz Rus Evi olarak Ankara’da büyük bir sergi yapmak istiyoruz” dedi.

Alp Armutlu: “Umudun yolu belgeselini Moskova’da yayınlayacağız”

Yazdığı ve yönettiği Umudun Yolu belgeselinin doğuşunu anlatan Alp Armutlu; “Umudun Yolu Belgeseli 344 km’lik İnebolu ile Ankara arasındaki Anadolu kadınının kağnılarıyla birlikte Türk Kurtuluş Savaşına mevcut olan katkısını anlatıyor. Pandemi dönemini fırsat bilip Umudun Yolu kitabını kaleme aldım. Daha sonra bu kitabı okuyan iş adamlarının desteğiyle birlikte Umudun Yolu’nu belgesel haline getirdim. Umudun Yolu ismi ve tasarımı eşim İnci Armutlu’ya aittir. Belgesel de oyuncu olarak da yer alan Rus Evi Müdürü Aleksandr Solniçenko ile birlikte büyük ihtimalle Moskova’da TV kanallarında ya da sinema salonlarında gösterilmesiyle ilgili çalışmaları yapacağız” diye ifade etti.

Rus edebiyatı üzerine söyleşisini gerçekleştirerek Rusya ve Türkiye kültüründen söz eden Ataol Behramoğlu; “Bizim Kurtuluş Savaşı tarihini ezbere bilmemiz gerekiyor. O da o kadar kolay değil. Ezberlememiz lazım. 19 Mayıs 1919’dan, 23 Nisan 1920’den geçerek 100’üncü yılını kutlamakta olduğumuz Cumhuriyet’e kadar bütün bu sürede olanları ezbere bilmemiz lazım. Eğer Sakarya’da biz kaybetmiş olsaydık bugün ne Türkiye olurdu ne de Türkçe olurdu. Bizim varlığımız Kurtuluş Savaşındaki o başarının altında yatıyor. Rusya’nın yardımı büyük bir olaydır. Ben de kendime göre ‘Mustafa Suphi Destanında’ anlatmaya çalıştım. Rus Edebiyatının başlangıç tarihi 11’inci yüzyıla dayanır. O dönemdeki Rusların Hristiyanlığı kabulü ile Türklerin İslamiyet’i kabul edişi aşağı yukarı aynı tarihlerde gerçekleşiyor. Ben Rus Edebiyatına çalışırken hep Türklerle ilişkilerinin muhteşem olduğuna rastladım. Aslında Rusça ve Türkçe birbirinin içine girmiş iki dildir. Konular da öyledir. 15’inrci yüzyıl Osmanlı Padişahını, 16’ncı yüzyılın Rus Prensine örnek olarak gösteriyorlar. Nasıl oluyor da 16’ncı yüzyılda 15’inci yüzyıl Osmanlı Padişahı örnek gösterilirken, Rusya hızla arayı açmış. Türkiye’de 100 yıl 200 yıl geride kalmış. Bunun sebebi Rusya’da ilk kitap 1564 yılında matbaada basılıyor. Bu Türkiye’de gecikmiş. Rusya’da bilimler akademisi 1725’te kurulmuş. Biz 1720’de matbaayı aldığımızda Ruslar 1725’te bilimler akademisini kuruyor. Rusya’da 11’inci yüzyıllardan başlayarak 19’uncu yüzyıla kadar gelen korkunç bir toprak köleliği diye bir şey var. Köylünün hiçbir hakkı ve hukuku yok. Rus edebiyatına çalışırken bunları hayretle gördüm. 19’uncu yüzyılın Rus edebiyatı neden Fransız edebiyatından, İngiliz edebiyatından daha halkçı sorusunun cevabı ise toprak köleliği hikayesidir” şeklinde konuştu.

Yazar Ataol Behramoğlu’nun yaptığı kapanış konuşmasının ardından Prof. Dr. Havva Kök Arslan tarafından konuşmacılara teşekkür belgesi takdim edildi. Rus Edebiyatı ve Kültürü Günleri birinci oturumu toplu fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.

Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi tarafından Üniversite Kültürü dersi kapsamında düzenlenen ‘Rus Edebiyatı ve Kültürü Günleri’ konulu seminerin ikinci oturumunda yine alanında önemli isimler yer aldı. PPM Müdürü Yardımcısı Dr. Güler Kalay moderatörlüğünde gerçekleştirilen seminerin ikinci gününe konuşmacı olarak Alfa Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Küpüşoğlu, Çevirmen Uğur Büke ve Tiyatro Yönetmeni Musa Arslanali katılım sağladı. 

Neden Rus eserlerine ağırlıklı ilgi gösterdiğine değinen Mustafa Küpüşoğlu; “Alfa çok büyük bir yayınevi. Çok fazla kitap basıyor. Aynı zamanda ana akım bir yayın evi, tabi ki klasiklere özel bir ilgi gösteriyor. Klasikler arasından Rus eserlerine ağırlıklı ilgi gösteriyor olması aslında benim tercihim. Türk edebiyat dünyası Rus klasiklerine bence çok düşkün. Çünkü bizde klasik deyince aklımıza ilk gelen ülke Rus klasikleridir. Modernleşmenin iki ülke için çok benzediğini düşünüyorum. Türk ve Rus okuru edebiyatı biraz siyasetin yamacında okumayı seviyor. Ortamdaki siyasi gerilmeler, ekonomik iniş çıkışlar okuru klasik kitap almaya iteliyor. Psikolojik bir yönelim aslında. Rusya’da da Türk edebiyatına karşı bir ilgi var. Orhan Pamuk rüzgarı esmişti bir dönem.” ifadelerini kullandı. 

Çevirmen Uğur Büke: “Çehov şahıs ve edebi olarak farklı bir kişilik”

Çehov eserleri üzerine değerlendirmede bulunan Uğur Büke; “Çehov’un Rus Edebiyatında farklı bir yeri var. Çünkü Çehov şahıs ve edebi olarak farklı bir kişilik. Dünyaya bakış açısı çok farklı. Diğer yazarlara hiç benzemiyor. Genelde bizim şu an klasik diyebildiğimiz yazarların %99’u soylu kesimden geliyor. Tüm zamanları boş olduğu için yazıyorlar. Buna Tolstoy da dahil. Çehov’un dedesi köle. Dolayısıyla bunların dışında Çehov ve Dostoyevski’yle beraber başka bir edebiyat doğuyor. Çevreyi çok iyi gözleyebilen bir yazar. Çehov’un bütün oyunlarındaki temel günlük hayat yansıması. 15 tane büyük oyunu var. Hemen hepsi bütün dünyada oynanıyor. Sahnesi çok doğal ve net.” dedi. 

Yoğun ilgi gören ve önemli isimlerin katılım gösterdiği seminer Dr. Güler Kalay tarafından katılımcılara teşekkür belgesi takdim edilmesi ve toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi. 

Hibya Haber Ajansı